Kapatılma, Siyasi Tarih ve Emek Çalışmaları

Üzerine yazı ve söyleşiler

Türkiye’de Mahpus Olmak ve Özel İhtiyaçları Olan Mahpuslar STÖ’lerin Sorumluğu ve Devletin Görevleri

Güncel Hukuk - Temmuz 2016 / 7- 151

Eva Tanz
CİSST/TCPS Yönetim Kurulu Üyesi
Mustafa Eren
CİSST/TCPS Yönetim Kurulu Başkanı

Türkiye’de hapishaneler siyasal ve toplumsal yaşantımızda giderek artan bir yer ediniyor kendisine. Bu artış sadece tematik değil elbette. Niceliksel bir yanı da var. Mahpus sayısı aritmetik olarak nitelendirilebilecek bir artış yükseliyor.

Artışta, Avrupa’da Birinci, Dünyada Onuncu...

Türkiye’de 1919 yılında mahpus sayısı 35.035’dir. 1950’lerden itibaren, 2005 yılına kadar mahpus sayısı 50 bin civarında seyretmiştir. Bunun tek istisnası 1980 darbe yıllarıdır. 2005 yılında 55.870 olan mahpus sayısı düzenli bir artış ile 2016 yılına gelindiğinde 180 bine çıkmıştır. 3 katı aşan bir artış söz konusudur.

Türkiye, Avrupa Konseyi’nin açıkladığı 2013 yılı verilerine göre, mahpus sayısındaki artış oranında Avrupa Konseyi’ne üye 48 ülke içinde ilk sıradadır. 2004-2013 yılları arasında Türkiye’nin mahpus sayısı yüzde 91.3 artmıştır.

Ancak, Avrupa Konseyi’nin istatistiklerini oluştururken açıkladığı rakamlarla, Türkiye’nin Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün (CTE) açıkladığı rakamlar karşılaştırıldığında, bu ikisi arasında farklılıklar olduğu ve CTE’nin açıkladığı rakamlara göre Türkiye’nin mahpus sayısındaki artışın yüzde 91.3 değil 151.1 olduğu görülmektedir.

Avrupa Konseyi’nin açıkladığı istatistik incelendiğinde önemli bazı başka tespitler yapabilmek de mümkündür. Konseyin istatistiğini tuttuğu 53 ülkenin, 100 bin kişi başına düşen mahpus sayısına bakıldığında 2004 yılından 2013 yılına;

1- 53 ülke içinden 24 ülkede artış, 11 ülkede düşüş yaşanmıştır. (18 ülkede ise bazı yılların verileri eksik olduğu için hesaplama yapılamamıştır)
2- Düşüş yaşanan ülkeler sırasıyla şunlardır: Hollanda (% 36.8), Moldova (%34.9), Estonya (% 27), İsveç (24.8), Letonya (% 22.8), Bulgaristan (% 13.5), Almanya (% 12.9), Finlandiya (% 12.7), Romanya (%10.4), Azerbaycan (% 1.7), Polonya (%1.3).
3- Artış yaşanan ülkeler içinde yüzde 50’nin üzerinde artışın yaşandığı 4 ülke vardır: Ermenistan (% 82.8), Türkiye (% 78.9 - % 126.6), Makedonya (% 60.3), Hırvatistan (% 59.4). (Türkiye, yukarıda da sözü edilen rakam farklılıkları nedeniyle Avrupa Konseyi’nin raporunda 100 bin kişi başına düşen mahpus sayısının artışında Ermenistan’dan sonra 2. ülke olarak gözükmektedir. Ancak, CTE’nin rakamları dikkate alındığında Türkiye % 126.6’lık bir artışla ilk sırada yer almaktadır)
4- 2012 yılından 2013 yılına yaşanan dönüşüme bakıldığında ise 53 ülkeden 31’inde düşüş, 18 ülkede ise artış yaşandığı görülmektedir (4 ülke hakkında ise yeterli veri yoktur). Bu veriler 2004-2013 verileri ile karşılaştırıldığında 11 ülkede yaşanan düşüşün 2013 yılında 31 ülkede yaşandığı, artışın ise 24 ülkeden 18’e gerilediği görülecektir. Bu durumda Avrupa Konseyi üyesi ülkelerde son yıllarda mahpus sayısında azalma yaşandığı ve bu azalma durumunun giderek artan bir ivme ile devam ettiği söylenebilir.

Suç Politikaları Araştırma Enstitüsü’nün (Institute for Criminal Policy Research - ICPR) Hapishane Nüfusu Listesi 11’e (Prison Population List – 11) göre istatistiği tutulan 223 ülke ve bağlı bölge arasında Türkiye, dünyada en kalabalık mahpus nüfusuna sahip 9. ülke.

ABD 2.217.000
Çin 1.657.812
Rusya 642.470
Brezilya 607.731
Hindistan 418.536
Tayland 311.036
Meksika 255.138
İran 225.624
Türkiye 172.562

ICPR’nin bu araştırmasına göre 2000-2015 yılları arasında istatistiği tutulan 223 ülkenin ve bağlı bölgenin nüfusu yüzde 18.2, mahpus sayısı ise yüzde 19.5 artmıştır.


Bu tablo içerisinde Türkiye’yi değerlendirdiğimizde Türkiye’nin aralarında olduğu Avrupa ülkelerinde nüfusta % 3.3’lük bir artış varken mahpus nüfusu % 21.3 azalmış ancak TÜİK ve CTE’nin rakamlarına göre nüfus % 16.1 artarken mahpus nüfusu ise % 226.2 artmış.

Bu artış ile Türkiye sadece Avrupa’da değil dünyada mahpus artışı listesinde ilk sıralarda yer alıyor. ICPR’nin listesine göre 2000-2015 tarihleri arasında mahpus sayısında % 100’den fazla artış yaşanan 42 ülke var. Türkiye ise bu ülkeler arasında 10. sırada.

Türkiye’nin de 10. olarak içerisinde yer aldığı bu listeye göz atmak, ülkenin ceza infaz sistemine ve bu sistemin geldiği aşamaya dair bir ipucu da sunmaktadır.

Adalet Bakanlığı’nın Planlaması ve Yeni Hapishane Rejimi

2000 tarihinde 49 bin olan mahpus sayısı Nisan 2016’da 187 bine ulaştı. Yani hapishanelerin mevcudu her ay 704 kişi daha arttırıldı. Bu artış, öylesine yaşanmadı. Bir planlama dahilinde, öngörülerek sağlandı. Adalet Bakanlığı, CİSST/TCPS’in bilgi edinme başvurusunu cevapladığı 7 Ocak 2014 tarihli belgesinde 2017 yılı sonuna kadar 118 bin kapasiteli 199 yeni hapishane açılacağını belirtmişti. Bu açıklama hapishanelerin kapasitesinin ve dolayısıyla mevcudunun 2017 yılı sonuna kadar 250 binin üzerine çıkarılacağının ifadesiydi.

Kapasite artışıyla ters orantılı olarak hapishane sayısı ise azalmaktadır. Bunun nedeni 2006 yılından itibaren planlı bir şekilde küçük kapasiteli ilçe hapishanelerinin kapatılması ve daha fazla kapasiteli, “oda sistemi”ne dayalı hapishanelerin açılmasıdır. 1968’de 633, 1991’de 651, 2000’de 559 olan hapishane sayısı bu tarihten sonra düzenli olarak düşürülmüş, 2005’de 441, 2010’da 371, 2016 başında ise 362’ye kadar geriletilmiştir.

Hapishane sayısının 651’den 362’e kadar gerilemesi sadece 290 hapishanenin kapatılmasıyla yaşanmadı. Adalet Bakanlığı’nın açıklamalarına göre 2000-2015 tarihleri arasında 121 yeni hapishane ile 34 ek bina inşa edildi. Yani var olan 362 hapishanenin sadece 241’i 2000 öncesi inşa edilmiştir. Bu 241 hapishanenin 73’ü de 2000-2014 tarihleri arasında restore edilerek “oda sistemi”ne dönüştürülmüştür.

Bu rakamlar hapishanelerin yeniden inşa süreci içerisinde olduğunu göstermektedir. Kapatılan hapishanelerin neredeyse tamamının “kaza tipi” küçük kapasiteli ve koğuş tarzı hapishaneler, açılan hapishanelerin önemli bir bölümünün ise kampüs içerisinde yer alan, büyük kapasiteli ve “oda tipi” hapishaneler olması yapısal bir dönüşümün göstergesidir.

Hapishane sayısı azalırken hapishanelerdeki yapısal dönüşüm nedeniyle kapasite sayısı ise artmıştır. 2000 sonunda 73.769 olan kapasite, 2016 başında 180.256’e çıkarılmıştır. Bu sistemli dönüşüm 2015 yılında da devam etti. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün 2 Şubat 2016 tarihli verilerine göre 2015 yılı içerisinde 15 ilçe hapishanesi kapatılırken 18 yeni hapishane açıldı.

Mimaride yaşanan bu dönüşüm bir bütün olarak “ceza infaz sistemi rejimi”nde yaşatılmak istenen dönüşümün bir parçası olarak görülebilir. Sadece mimari değil, yasalar ve hapishanelerdeki gündelik yaşantı da merkezi olarak değiştirilmek istenmektedir. 2015 yılının ilk yarısında yoğun olarak tartışılan Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanun Tasarısı bu dönüşümün ifadesidir. Tasarı, hapishanelerde dış güvenliğin jandarmadan alınıp yeniden düzenlenmesinin yanı sıra mahpuslara karşı kapalı alanlarda kimyasal silah, toz, gaz, basınçlı su ve güvenlik köpeklerinin kullanılabileceği, olağanüstü aramaların yapılabileceği, hapishanelerde kavga, kargaşa hallerinde infaz koruma memurlarına ateşli silah kullanma yetkisinin verilebileceğini öngörmektedir.

STÖ’lerin ve Politika Yapıcıların Rolü ve Sorumluluğu

Bu rakamların ve analizlerin ardından, hapishanelerin patolojik karakterine vurgu yapıp bu patolojinin nasıl geriletilebileceği üzerinde durabiliriz. Stanford Hapishane Deneyi (Zimbardo Deneyi) hapishanelerin patolojik, şiddet içeren yanını oldukça açık bir şekilde ortaya koymuştur. Hapishanelerin bu patolojik özelliğini kabul ettikten sonra, hapishanesiz bir toplum tasavvur etmek, bu gerçekleşinceye kadar da bu patolojiyi geriletebilmek sorumluluğu ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu rol ve sorumluluk devlet kurum ve kuruluşlarından ziyade sivil toplum örgütlerine düşmektedir. Kapalı kurumların şiddet içeren yanını olabildiğince denetim altında tutabilmek, buraları insan hakları ve insan onuruyla “olabildiğince” uyumlu hale getirmek sivil toplum örgütlerinin müdahalesi ve müdahilliği ile mümkündür ancak. STÖ’lerin dışlandığı, dışında tutulduğu “iyileştirme” çalışmalarının başarılı olabilmesinin imkanı yoktur. Bu kurumlar için “sivil” izleme yapılması elzemdir.

Bu mecburiyet karşısında asıl sorumluluk ise devlete, politika yapıcılara aittir. STÖ’lerin sürece müdahil olabilmesinin kanallarını yaratacak ve bu müdahilliği yasal bir çerçeve içerisinde güvenceye kavuşturabilecek olan devlettir, politika yapıcılardır. Politika yapıcıların ve ilgili devlet kurumlarının bu konuda isteksiz olması STÖ’lerin elini kolunu bağlayan bir duruma yol açmakta ve bu alanda çalışma yürütmeyi imkansız kılmasa da oldukça zorlaştırmaktadır. Kapalı kurumlar bir yana, bir devlette STÖ’lerin kamuya ne kadar müdahil olabildiği o devletin demokratikliğinin başlıca kriterlerinden biri olarak görülebilir. Türkiye’nin bu konudaki karnesi ise ne yazık ki yeterince iyi değildir.

Türkiye’de STÖ’lerin hapishanelerde çalışma yürütebilmesinin, izne tabi olsa da hapishanelere rahatça girebilmesinin ve hapishane idaresi, personeli ve mahpuslarla görüşmeler yapabilmesinin kolay olduğunu söylemek mümkün değildir. Buralar “kapalı kurum” nitelendirmesinin hakkını verecek şekilde STÖ’lere “kapalı”dır. Zaman zaman Adalet Bakanlığı’nın izni ile buralara giriş mümkün olsa dahi, ne STÖ’lerin ne de bu alanda araştırma yürüten akademisyenlerin ve araştırmacıların hapishanelerde rahatça çalışma yürüttüğünü söyleyemeyiz.

Biz STÖ’lere “kapalı kurumları” faaliyetleri ve üretimleri aracılığıyla görünür kılmak sorumluluğu, devlete ve politika yapıcılara ise STÖ’lerin müdahil olabilmesinin önünü açmak görevi düşmektedir.

Neden Özel İhtiyaçları Olan Mahpuslar?

Derneğimiz kurulduğu 2006 yılından bu yana sosyal bilimler literatüründe “dezavantajlı gruplar” olarak da nitelendirilen ancak bizim “özel ihtiyaçları olan” demeyi tercih ettiğimiz ve doğru bulduğumuz mahpus gruplarıyla ilgilenmektedir. Özellikle 2012 yılında “Özel İhtiyaçları Olan Mahpuslar Projesi”ne başlayarak ve 2013 yılında Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç İle Mücadele Ofisi’nin “Özel İhtiyaçlara Sahip Mahpuslar Üzerine El Kitabı”nın Türkçe çevirisin yapıp basarak bu konudaki çalışmalarını sistemli ve sürekli hale getirmiştir.

Hapishaneler ve mahpuslar söz konusu olduğunda genel algı, hem hapishaneleri hem de mahpusları tarihten ve kendi içi ayırımlarından azade bir şekilde, bir bütün olarak düşünmek yönündedir. Oysa bu doğru değildir. Ne hapishaneler ne de oralarda tutulan mahpuslar tek tiptir. Mahpus denildiğinde, kadın, çocuk, engelli, yaşlı, genç, yabancı, LGBTİ, ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü, hasta, çocuğuyla beraber hapiste tutulan kadın, hamile kadın gibi özel ihtiyaçları olabilecek pek çok mahpus grubunu düşünmek yerine soyut bir mahpus düşünmek demek aslında doğallığında erkek, sağlıklı, orta yaşlı, Türk, Müslüman, Sünni bir tip düşünmek demektir. Bunun kendisi bir ön kabul haline gelmekte ve hapishanelere dair politika üretilirken de özel ihtiyaçları olan mahpuslar göz ardı edilmektedir. Bu göz ardı edişin doğal sonucu ise “kötü muamele”dir.

Kötü muamele sadece darp etmek veya fiili bir tavır alışla olmaz. Özel ihtiyacı olan insanların bu ihtiyaçlarını karşılamamak ve “tüm insanlara eşit yaklaşıyoruz, kimseye ayrıcalık tanıyamayız” denilerek sözde “eşitlikçi” bir gerekçeyle insanları ihtiyaçlarından mahrum bırakmak da kötü muameledir. Örneğin ortopedik engelli bir mahpusun koğuşunda rahat hareket etmesine, sosyal faaliyetlerden ve alanlardan yararlanmasına olanak sağlayacak düzenlemeleri yapmamak onu yatağa mahkum etmek, fiili tecrit uygulamak anlamına gelmektedir. Bu özel ihtiyaçlar göz ardı edilemez. Göz ardı edildiğinde bu ihtiyaca sahip kişiler kötü muameleyle karşı karşıya kalırlar. Bu kötü muamelenin gerekçesi de “eşitlik” olamaz.

Derneğimiz, özel ihtiyaçları olan mahpuslara yönelik çalışmalar yürütürken ihtiyaçlarının giderilmemesi yoluyla kötü muamele edilmesini engelleyebilmek ve özel ihtiyaçları olan mahpus gruplarının durumlarını ortaya koymak, sorunlarını görünür kılmak ve bu sorunlara çözüm önerileri sunmak amaçlarıyla hareket etmektedir. Bu mahpus gruplarının uğradığı hak ihlallerini ve maruz bırakıldıkları kötü muameleyi geriletebilmek ancak bu ve benzeri çalışmalarla mümkün olacaktır.

No Comments Yet.

Leave a comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.