Güncel Hukuk - Mayıs 2014/5-125
Türkiye Hapishaneleri ve Hasta Mahpuslar
Ecelleri Devlet Mi?[1]
Zafer Kıraç, Mustafa Eren*
Hapishaneler ve sağlık sorunu yaşayan mahpuslar Türkiye’nin önemli gündem konularından birini oluşturmaya devam ediyor. İlgili verilere bakıldığında bu durum, ne yazık ki önümüzdeki yıllarda da varlığını koruyacağa benziyor. Bu tespiti yapmamıza olanak sağlayan verileri okuyucularla da paylaşmak isteriz.
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre Mart 2014 tarihinde Türkiye’de toplam kapasitesi 157.063 olan 366 hapishane bulunmakta ve bu hapishanelerde 152.093 mahpus tutulmaktadır. Bu veriler tek başına bir şey söylemiyor. Ancak aşağıdaki verilerle bazı tespitler yapılabilmesi mümkün:
1- Bakanlığın ifadeleriyle; “Uluslararası normlara uymayan ve fiziki şartları ve kapasiteleri itibariyle eğitim ve iyileştirmenin kısıtlı yapıldığı ya da hiç yapılamadığı küçük ilçe ceza infaz kurumlarından” bazıları kapatılırken “Sağlıklı, güvenlikli, mekanik, elektronik donanımlı ve rehabilitasyon işlemlerine elverişli yeni ceza infaz kurumu projeleri geliştirilerek metropol kentler öncelikli olmak üzere” yeni hapishaneler inşa edilmiştir.
Yıllara göre kapatılan ve açılan hapishanelerin sayıları şöyledir:[2]
2- Yukarıdaki tablo Türkiye’nin 2000 yılından başlayarak ciddi bir hapishaneleri yeniden inşa sürecine girdiğinin göstergesidir. Açılan ve kapatılan bu hapishanelerin niteliğine bakmak bu inşa sürecinin değerlendirilmesi için fikir verecektir. Adalet Bakanlığı’nın bilgi edinme başvurumuza verdiği cevaba göre 2002-2013 yılları arasında kapatılan hapishanelerin neredeyse tamamı A, K ve B tipi; açılan hapishanelerin neredeyse tamamı ise F, T ve L tipi hapishanelerdir.[3] Kapatılan hapishaneler 1950’lerden sonra inşa edilen ve koğuş esasına dayalı olan hapishanelerdir. Açılan hapishanelerin başlıca niteliği ise “oda tipi” olmalarıdır. 1 ve 3 kişilik odalardan oluşan F ve D tipi “Yüksek Güvenlikli Hapishaneler” oralarda tutulan mahpuslar tarafından “hücre tipi” olarak nitelendirilmektedir. Bu durum dikkate alındığında yeniden inşa sürecinin hapishanelerde sistemsel bir değişikliği amaçladığı görülecektir. Türkiye hapishanelerinde koğuşlardan “oda sistemi”ne doğru bir gidişat söz konusudur.
3- Hapishanelerdeki sistemsel dönüşüm tespitini destekleyen bir başka veri de 2000 yılından önce yapılan ve kapatılmayan, kapatılması planlanmayan hapishanelerin koğuşlarının da oda sistemine uygun olarak bölünmesidir. Adalet Bakanlığı’nın 26 Aralık 2013 tarihli bilgi edinme başvurumuza verdiği 7 Ocak 2014 tarihli cevaba göre E, M ve H tipi hapishanelerden 73’ü “oda sistemine çevrilmiştir”.
4- Hapishaneler söz konusu olduğunda çarpıcı olabilecek bir diğer bilgi ise yeniden inşa sürecinin ve hapishane sayıları ile kapasitelerinin artışının hız kesmeden sürdürüleceği yönündeki bilgidir. Adalet Bakanlığı, bilgi edinme başvurumuzda yer alan sorumuz üzerine 7 Ocak 2014 tarihli cevabında 2014-2017 yılları arasında açmayı planladığı hapishane sayılarını açıklamıştır. Bu cevaba göre bu 4 yıl içinde 118.538 kapasiteli 199 yeni hapishane açılacaktır. Böylece Türkiye’deki hapishanelerin toplam sayısı 500’ü aşarken toplam kapasite de 280.000’e yaklaşacaktır.
Hapishane sayılarının ve kapasitelerinin giderek arttırılmasının planlandığı, hapishanelerde mahpuslar tarafından ciddi direnişlerle karşılaşan[4] ve insan hakları örgütleri tarafından da eleştirilere maruz kalan sistemsel değişikliklerin yaşandığı bu süreçte baştaki tespitimize dönebiliriz: Hapishaneler ve sağlık sorunu yaşayan mahpuslar Türkiye’nin önemli gündem konularından birini oluşturuyor ve bu durum ne yazık ki önümüzdeki yıllarda da varlığını koruyacağa benziyor. Hapishanelerde yaşamını yitiren mahpusların sayısında görülen artış da bu tespitimizi doğrulamaktadır. Adalet Bakanlığı’nın bilgi edinme başvurumuza verdiği 22 Ocak 2014 tarihli verilere göre son 3 yıl içinde yaşamını yitiren mahpus sayıları 300’ün üzerine çıkmıştır. Aşağıda tablo olarak verilen bu rakamlara bakıldığında hapishanelerden her hafta 6 tabutun çıktığı görülecektir.[5]
Bu cevapta rakamların kendisi kadar çarpıcı olan ve dikkat çekilmesi gereken bir başka yön ise mahpus ölümlerinin “eceliyle ölüm”, “intihar”, “öldürülme”, “diğer ölümler” başlıkları altında toplanmasıdır. Bu başlıklandırmaya göre (oldukça az olan ve neyin karşılığı olduğu anlaşılmayan “diğer ölümler” bir yana) “intihar” ve “öldürülme” dışındaki tüm mahpus ölümlerinin eceliyle olduğunun kabul edilmektedir. Bu veri toplama tarzı mahpus ölümlerini muğlak hale getirmekte ve hastalığa bağlı ölümlerin tespitini olanaksız kılmaktadır.[6] Bu ölümlerin oldukça büyük bir kısmının hastalıklar nedeniyle olduğu öne sürülebilir ve bu hiç de yabana atılacak bir iddia değildir.
İHD’nin28 Şubat 2014 tarihinde yaptığı açıklamaya göre hapishanelerde 620 hasta mahpus bulunmaktadır[7] ve bunların 202’sinin durumu ağırdır. Bu rakamların sadece İHD’nin tespit edebildiği hasta mahpusları kapsadığını hatırlatmak gerekir. Adalet Bakanlığı bu konuda veriler içeren ciddi bir çalışma yapıp kamuoyuyla paylaşmadığından veya meslek örgütleri ile sivil toplum örgütlerinin hapishanelerde çalışma yürütüp hasta mahpus sayılarını tespit etmesine olanak sağlamadığından gerçek rakamların ne olduğu hala bilinememektedir. Ancak her sene 300’ün üzerinde mahpusun yaşamını yitirdiği hapishanelerde hasta mahpus sayısının 600’ün oldukça üzerinde olabileceği kabul edilebilir bir iddiadır.
Hasta Mahpusların Tedaviye Erişimleri Önündeki Engellere Örnekler
Birleşmiş Milletler’in hasta mahpuslara ilişkin belgelerinde üç önemli koşul öne sürülmektedir:[8]
1- Sağlıklı bir çevrenin sağlanması
2- Hastalığın ilerlemesinin engellenmesi
3- Hasta olanların toplumdakine eş bir tıbbi bakım almalarının sağlanması
Mahpusların anlatımları Türkiye’deki hapishanelerde bu üç konuda da ciddi sıkıntılar yaşandığını ortaya koymaktadır. Gerek basına yansıyan olaylarda gerekse de mahpusların yazdığı kitaplarda ve mektuplarda bu konuda oldukça fazla anlatım yer almaktadır.
Boran Yayınevi tarafından basılan Tecriti Yenenler Anlatıyor adını taşıyan kitap mahpusların anlatımlarından oluşmaktadır. Bu kitabın oldukça büyük bir kısmında F Tipi hapishanelerin mahpuslar üzerindeki fiziki ve psikolojik etkileri anlatılıyor. Bu kitapta yer alan çarpıcı anlatımlar, mahpusların haftada ancak 10 saate kadar, 10 kişiyle bir araya getirilmesinin hücreleri “oda” olarak nitelendirmeye ve tecrit iddialarını ortadan kaldırmaya yetmeyeceğe aşikardır. Kaldı ki Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT/AİÖK) mahpusların odaları dışında, gün içerisinde “mümkünse” “8 ya da daha fazla saat” geçirmesi yönündeki kararı hatırlandığında haftada 10 saatin fiziksel ve psikolojik sağlık için ne derece yetersiz olduğu da ortaya çıkmaktadır.[9] Gerek F Tipi mimariye getirilen bu eleştiriler gerekse de Urfa Hapishanesi’nde aşırı kalabalık ve dayanılmaz sıcak nedeniyle yaşanan isyan sonrası mahpusların yaşamını yitirmesi benzeri olaylar Türkiye’de “sağlıklı bir çevre” konusunda yaşanan sıkıntıları ortaya koymaktadır.
Söz konusu olan “sağlıklı çevre” olduğunda dikkat çekilebilecek konulardan birisini de “hapishaneler ve engelli mahpuslar” oluşturmaktadır. CİSST, Kasım 2012 ve Kasım 2013 tarihleri arasında yürüttüğü “Özel İhtiyaçları Olan Mahpuslar” başlıklı çalışmada engelli mahpuslar konusunu da ele almış ve hapishanelerin mimari olarak engelli mahpuslara uygun olmadığı yönünde tespitte bulunmuştur.[10] Söz konusu olan engelli mahpuslar olduğunda Adalet Bakanlığı, “Ülkemiz genelinde 355/360 ceza infaz kurumu bulunmaktadır. Bu kurumlar çok katlı olmadığından, engellilerin yaşam şartlarına mani bir durum bulunmamaktadır” diyebilmekte ve sonrasında “Ancak, yeni inşa edilen tüm ceza infaz kurumlarında ( T, L, F gibi 2000'li yıllardan bu yana uygulanan projelerde) özürlülerin kurum içerisindeki mağduriyetlerinin giderilmesi için özürlü mahkum girişinin ceza infaz kurumu ana girişindeki boy turnikelerinin bulunduğu yerdeki göz biyometrisine bağlı 120 cm. genişlikte bir çelik kapı açılarak bu kapıdan özürlü ziyaretçi ve sedye giriş çıkışı gerçekleştirilmektedir. Ayrıca özürlü mahkum koğuşu yapılarak mahal içindeki wc ve duşlar tekerlekli sandalye kullanımına uygun hale getirilmiştir. Ziyaretçi görüşme mahalli ile mahkum koridorlarındaki kapılar da 120 cm. genişlikte yapılarak özürlülerin mağduriyetleri giderilmiştir.” sözlerini söyleyerek erişilebilirliği kapı genişliği ve klozet gibi oldukça yetersiz iki düzenleme olarak gördüğünü göstermektedir.[11] Engelliler başta olmak üzere hasta mahpuslar koğuşlarına veya ağır hastalık ve engellilik durumlarında ise yataklarına mahkum edilmiş haldedirler.
“Sağlıklı çevre”nin yokluğunun yanı sıra “hastalığın ilerlemesinin engellenmesi” ve “toplumdakine eş tıbbi bakım alınması” maddeleri de eleştiriye açıktır. Bir mahpus tedaviye erişebilmek için bir çok aşamadan geçmek zorundadır. Öncelikle revire çıkabilmeli, hastalığı revirde tedaviyi mümkün kılmayacak kadar ciddiyse sevk alabilmeli, sevk alabilirse hastaneye götürülmeli, hastanede insan onuruna ve hasta mahremiyetine uygun bir şekilde muayene olanaklarına kavuşmalı, muayene olabilirse ihtiyaç duyduğu ilaç ve kullanmak zorunda olduğu tıbbi cihazlara erişimi sağlanmalıdır. Mahpusların anlatımlarında bu aşamaların her birine dair şikayetleri görebilmek mümkün. Ve üstelik bunlar, sağlığa erişim konusunda ilk akla gelebilecek konular. Mahpuslar farklı sorunları da dile getiriyorlar. Gebze Hapishanesi’nden yazan Nurcan Bakır 20 Şubat 2014 tarihli mektubunda hastaneye sevk alma konusundaki sorunlarının yanı sıra daha da görünmez olan “doktorunu seçebilme” özgürlüklerinden yoksun olduklarını dile getiriyor:
“Cezaevinde hastaneye gitmek başlı başına bir sorun. Cezaevine daha çok pratisyen doktorlar getiriliyor. Onlar da ancak işler son noktaya gelince sevk yapıyor. Bazen de sevklere 6 ay sonra gidiliyor. Bu böylesi bir sorun iken kişinin doktor seçme şansı yok. Bir doktor olmadı diğerine gideyim veya farklı tercihlerde bulunma gibi şansımız yok zaten. Dışarıda hiç olmazsa insanın doktor seçme hakkı ve istediği zaman doktora gitme, kontrol yaptırma olanağı var.”
Bakır, hastaneye gidebildiklerinde yaşadıkları sorunları da anlatıyor: “her zaman olmasa bile cezaevinden gittiğimiz için bizi doğru dürüst muayene etmeden sorunumuzu dinlemeden sanki hep psikolojik sorunla gidiyormuşuz gibi yaklaşıp ya antidepresan veriyorlar ya da ağrı kesici.” Aynı hapishaneden yazan Ferda İldan da “[revire] düzenli çıkanlara karşı [doktorların] tavırlarının değiştiğini kendim de görmüşümdür. Doktorlar hastasının her şikayetini psikolojik olarak ele aldığı zaman karşılıklı bir güven zedelenmesi [oluyor]” diyor.[12] Bu durum, mahpusların hastalıklarının teşhisi konusunda ciddi problemler yaşandığını göstermektedir. Hepatit B ve kalp rahatsızlıkları bulunan İldan, hastaneye her götürüldüğünde başka bir doktor tarafından muayene edilmesinin de tedavilerini olumsuz etkilediğini belirtiyor: “Düzenli kontrollerim bir doktor tarafından yapılmadığı için her gidişimde doktorlar değişiyor tüm işlemler sil baştan alındığı için insan bir diğer kontrolün olumlu mu ya da olumsuz mu geçtiğini kestiremiyor”. İldan’ın ve Bakır’ın başka eleştirileri de var: Sağlam bir insanı dahi hasta edecek ringlerle hastaneye götürülmeleri, muayene sırasında kelepçelerini çıkarmamaları ve bunu kabul etmediklerinde muayene olamadan geri getirilmeleri bu eleştirilerinden bazıları. Gebze Hapishanesi’nden yazan birer bacakları olmadığı için protez kullanmak zorunda kalan Hazine Alçı ve Afyon Korkmaz’ın anlatımları ise, tıbbi cihaz ve aletlere ulaşım konusundaki sıkıntılara örnek oluşturuyor.[13] Alçı, kendisine takılan protezin “inşaat iskelesi”ne benzediğini ve farklı sağlık sorunlarına yol açtığını anlatıyor. Bafra T Tipi Hapishanesi’nden yazan bir trans mahpus ise bazı başka hapishanelerde karşılanan hormon ilaçlarının bu hapishanede karşılanmadığını ve bu nedenle sevk istediğini belirtiyor.[14]
Sonuç Olarak
Yukarıda sıralanan veriler ve kısıtlı örnekler dahi hapishanelerde sağlıklı bir çevre, sağlık hizmetlerine erişim ve tedavi hakkı önündeki engeller konularında ciddi sorunlar yaşandığının göstergesidir. Hapishanelerin kapasitesinin ikiye katlanmasının planlandığı dört yıl içerisinde bu sorunun da katlanarak büyüyeceği de aşikar. Devletin “ecelleriyle öldüler” dediği hasta mahpuslar için yüksek sesle “ecelleri devlet mi” diye sormak ve yasal düzenlemelerden başlayarak adımlar atılmasını talep etmek, Tabip Odaları başta olmak üzere meslek örgütlerinin ve STÖ’lerin hapishanelerde çalışma yürütmesinin önünün açılmasını istemek gerekmektedir. Ancak bu sayede hasta mahpuslara ilişkin sağlıklı veriler elde edilebilir, sorunlar ortaya çıkarılıp çözüm önerileri oluşturulabilir ve hapishanelerden neredeyse her gün bir tabut çıkmasının önüne geçilebilir.
*Zafer Kıraç, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) Yönetim Kurulu Başkanı; Mustafa Eren, Sosyolog, CİSST Proje Koordinatörü
[1] Bu başlık, Adalet Bakanlığı’nın mahpus ölümlerine dair istatistiklerde “Eceliyle Ölenler” başlığına atıf olarak kullanılmıştır. Bu istatistiklere yazı içinde değinilmiştir.[2] Tablo, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün internet sayfasında yer alan bilgilerden ve Adalet Bakanlığı’nın 26 Aralık 2013 tarihli bilgi edinme başvurumuza verdiği 7 Ocak 2014 tarihli cevapta yer alan verilerden oluşturulmuştur (19 Nisan 2014).
[3] Bu başvuruda dile getirilen açılan ve kapatılan hapishane tiplerinin sayıları aşağıda tablo olarak belirtilmiştir. Bu tabloda F Tipi hapishane sayısı 7 olarak belirtilse de bu rakamlar 2002-2013 yılları arasını belirttiği için eksiktir. 2000 sonrası faaliyete geçen F Tipi Hapishane sayısı 14’tür. Ayrıca bu tabloda belirtilmese de, aynı yıllarda F Tipi Hapishane ile aynı özellikleri taşıyan 2 de D Tipi Hapishane faaliyete geçmiştir.
[4] F Tipi Hapishaneler’in açılışı kanlı bir operasyonla gerçekleştirilmiş, 2 askerin yaşamını yitirdiği bu operasyon sırasında 30 mahpus katledilmiştir. Siyasi mahpusların F Tipi Hapishaneler’e karşı 2000-2007 yılları arasında sürdürdüğü ölüm orucunda ise 122 mahpus ve mahpus yakını hayatını kaybetmiştir.
[5] Bakanlığın bu cevabında aktardığı rakamların dikkat çeken bir yönü vardır. Burada verilen rakamlar daha önce açıklanan rakamlardan farklıdır (Karşılaştırma için bakınız: Mustafa Eren, “Mahpus Ölümleri Belgelerinde Farklı Rakamlar”, Bianet, 24 Eylül 2013). Adalet Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlardaki bu farklılıklar veri toplamadaki yetersizliğinin bir göstergesi olarak okunabilir.
[6] Tek sorun bu da değildir, bilgi edinme başvurusuna verilen cevapta “2012 Yılı içerisinde Şanlıurfa E Tipi Kapalı Ceza İnfaz kurumundaki yangında hayatını kaybeden 13 hükümlü eceliyle ölen hükümlü ve tutuklu sayısına eklenmiştir” ve “2011 yılında Van M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu hükümlü ve tutuklularının bulunduğu ring aracında meydana gelen yangın sonucu ölen 5 kişi 'Eceliyle Ölüm'e kaydedilmiştir” bilgileri verilmiştir. İdari bir sorumluluk olduğu yönünde ciddi endişelere yol açan yaşanan ölümleri “eceliyle ölüm” kabul etmek mümkün değildir.
[7] Türkiye Cezaevlerindeki Hasta Mahpuslar Listesi ve Sağlık Durumları Bilgilendirmesi, http://www.ihd.org.tr/index.php/28-subat-2014-cezaevlerindeki-hasta-mahpuslar-ve-saglik-durumlari.html
[8] BM belgelerinin hasta mahpuslara ilişkin maddeleri için Özel İhtiyaçlara Sahip Mahpuslar Üzerine El Kitabı’nın “Akıl Sağlığı İhtiyaçları Olan Mahpuslar” ve “Ölümcül Hastalığı Olan Mahpuslar” başlıklı bölümlerine bakılabilir. Bu kitabın PDF’i Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin (CİSST) sitesinde yer almaktadır.
[9] CPT/AİÖK’nün bu tespitinin Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı Ceza İnfaz Kurumu Yönetimi El Kitabı’nda geçiyor olması da ilginç bir durum yaratmaktadır. Bakanlık kendi kitabında dile getirdiği bir koşulu yerine getirmemektedir.
[10] CİSST’ın bu çalışmasının raporunu sitesinden indirebilmek mümkündür.
[11] Adalet Bakanlığı’nın bilgi edinme başvurularımıza verdiği 16 Temmuz 2013 ve 1 Ekim 2013 tarihli cevaplardan.
[12] Her iki mektubu da Hapiste Sağlık adlı sitede ve Hapiste Engelli adlı blogda bulabilmek mümkündür.
[13] Her iki mektubu ve bu konuda basında çıkan haberleri Hapiste Sağlık adlı sitede ve Hapiste Engelli adlı blogda bulabilirsiniz.
[14] LGBTİ mahpusların mektuplarını ve yaşadıkları sorunlara dair anlatımlarını Hapiste LGBTİ blogunda bulabilirsiniz.